Walking on Broken Glass

You were the sweetest thing that I ever knew
But I don’t care for sugar honey if I can’t have you
Since you’ve abandoned me
My whole life has crashed
Won’t you pick the pieces up
’cause it feels just like I’m walking on broken glass

Walking on walking on broken glass

The sun’s still shining in the big blue sky
But it don’t mean nothing to me
Oh let the rain come down
Let the wind blow through me
I’m living in an empty room
With all the windows smashed
And I’ve got so little left to lose
That it feels just like I’m walking on broken glass

Walking on walking on broken glass

And if you’re trying to cut me down
You know that I might bleed
Cause if you’re trying to cut me down
I know that you’ll succeed
And if you want to hurt me
There’s nothing left to fear
Cause if you want to hurt me
You’re doing really well my dear

Now everyone of us was made to suffer
Everyone of us was made to weep
But we’ve been hurting one another
And now the pain has cut too deep…
So take me from the wreckage
Save me from the blast
Lift me up and take me back
Don’t let me keep on walking…
Walking on broken glass

Ağlamak Serbest…

Coronavirüs günleri ile ilgili yazabildiğim kadar yazmak istiyorum. Hem bu olağanüstü durumla ilgili tanıklık olması hem de kendime bu süreçte hissettiklerimle/yapıp yapamadıklarımla ilgili hatıra kalması için.

Benim gibi ruh hâlinize göre ne giyeceğinize, yiyeceğinize, izleyeceğinize, okuyacağınıza karar veren biriyseniz; bu dönemde yaptığınız tercihler sizi de şaşırtıyor olabilir. Aslında birçoğu da bilinçsiz tercihler ama hepsi aynı kapıya çıkıyor. Belki de zihnimiz nelerle doluysa her şeyde ondan iz bulduğumuz içindir. Neydi meşhur şarkının sözleri?

Hatıralar sarmış dört bir yanımı, Baktığım her yerde izin duruyor, Ben seni düşünmek istemesem de, Bana her şey seni hatırlatıyor…

Evet Korona, bana bu ara her şey seni hatırlatıyor.

Geçen aydı sanırım. Platform filmini izledik. Kat sayısı bilinmeyen, çoğunlukla mahkumların yer aldığı ve kaçma imkânı olmayan bir yapıda, aç kalmamak için yapılan türlü iğrençlikleri anlatan, aynı zamanda da kapitalizm eleştirisi yapan ortalama bir film. Normal şartlarda filmin eksiğine gediğine odaklanır ve büyük ihtimalle çok saçma olduğunu düşünürdüm. Ama şimdi? Haftalarca film aklımdan çıkmadı. Hâlâ aklıma geldikçe sinirlerim bozuluyor. Kendimizi kapana kısılmış hissetmemizle mi alakalı acaba?

Suat Derviş’in Kara Kitap‘ı ne zamandır kitaplığımda okunmayı bekliyordu. Tabii ki bu süreçte okumayı tercih edecektim! Türkçede gotik tarzın ilk örneklerinden sayılan üç hikâyeden oluşan kitap, ciğerinizi söküp elinize veriyor. Çok sert, aynı zamanda çok dokunaklı. Etrafımızda yaşananlar da öyle değil mi?

Uzun zamandır Bütün Bir Ömür kitabı kadar yalın ve çarpıcı bir kitap okumamıştım. Küçük yaşta ailesiz kalan bir adamın, hayatı boyunca yaşadığı zorlukları kabullenişi, mutlu sonla bitmeyeceğini bildiğiniz ama bunun sorun olmadığı, karakterin hayatında başka türlü bir yaşam olamayacağını kabullendiğiniz, içinizi sızlatan ama bunun da sorun olmadığı, sadece izlediğiniz, hissederek izlediğiniz ve yalnızca 139 sayfa süren bütün bir yaşamı gözlerinizin önüne seren bir kitap. Araya nokta koyamadım, çünkü aynı zamanda nefes kesici. Yüzyılda bir karşılaşabileceğimiz bulaşıcılığı bu kadar yaygın bir hastalığı kabullenmekten başka çaremizin olmadığı bir dönemde değil miyiz?

Su Kürü… Kitabın konusuyla ilgili ne yazsam – aslında öyle değil – diye açıklama girmem gerekiyor. En azından son bölüme kadar şöyle sanıyorduk: Erkeklerin kötü, acımasız olduğu; havanın toksikle dolu olduğu bir dünyada, kızlarını her şeyden korumak isteyen bir aile. Sonradan anladık ki “zayıf, güçsüz, yapamaz, beceremez” olduğu için birisini kendine muhtaç kılan, aslında onu gerçekten zayıflatmak istiyordur. Hikâyede bugünle bağlantı kurduğum durum, ebeveynleri kızlarını korumak adına onları bir nevi sosyal izolasyona sokuyor. Başkalarıyla temas yok, aynı havayı solumak yok. Yoksa hastalanırsınız.

İçiniz karardı biliyorum. Benim de içim kararıyor. Hatta farkında olmadan süreçten ne kadar etkilendiğimi okuyup izledikçe gözlerimin dolmasından anlıyorum. Ağlamaya hazır bekliyorlar. Belki de bu yüzden içgüdüsel bir şekilde içimin sıkkınlığına yeni sıkıntılar ekliyorum. Dolsun taşsın, ben de rahatlayayım.

Son olarak Bütün Bir Ömür kitabından; Yine seyahat ediyor, dağların arasında havada asılı duruyor, mevsimlerin onun için hiçbir anlamı olmayan ve hiç de ilgi duymadığı renkli resimler gibi altından geçip gittiğini görüyordu.

Değişen mevsimlerin farkında olmak dileğiyle…