En Sevdiğim Hikâye

Not: Bu yazıda mübalağa sanatı kullanılmamıştır.

Klasik şekilde ifade edecek olursak ben çoğunlukla kalbimin sesini dinleyen biriyim. Mantıkla verdiğim bir karardan pişman olursam çok dert ederim ama “canım öyle istediği için” yaptıysam pişman da olsam bununla baş edebilirim.

Kızıma hamileyken birkaç ay geçtikten sonra isim düşünmeye başladık. Kalbime birtakım hisler doğuyordu ama somut bir isimle dile dökemiyordum. “Ay kelimesi geçen bir isim koyasım var ama hiç güzel bir şey bulamadım, çiçek isimleri de hoş ama ne koyacağız çiçekli? Ayrıca yalın ve sade bir isim olsun istiyorum.” diye ortaya birtakım ipuçları bırakıyordum ama sonuca varamıyordum. Listemizde üç isim vardı. Üçü de tam olarak içime sinmiyordu. 8. aya geldiğimizde de değişen bir şey olmamıştı.

Kararlarımın büyük kısmını kalbimi dinleyerek verirken biricik kızıma “öylesine” bir isim mi koyacaktım? Bu düşünce beni strese sokuyordu. Ben de içime sinen bir isim bulana kadar böyle durumlarda yaptığım gibi konuyu ertelemeye karar verdim. Kızımın adını o doğunca koyacaktım. Yüzünü görünce ona uygun bir isim bulacağıma emindim!

Artık 39. hafta da dolmuştu. Doktor bana 1 hafta süre verdi. Uzun uzun tempolu yürümemi söyledi. Eğer kızım hâlâ gelmeye niyetli değilse doğumu kendisi başlatacaktı. Hâlbuki ben her şey doğal gelişsin istiyordum. Bu duruma canım çok sıkıldı.

Sıkıntımı bir arkadaş grubumla paylaştım. O zaman Sümeyye beni aradı ve şiddetle hem yürümemi hem de kızımı ismiyle çağırmamı tavsiye etti. İlk tavsiyeyi zaten denemiştim, paytak paytak tempolu yürümem mümkün olmuyordu ama ikinci tavsiye tam bana göreydi. Hiç enerji harcamadan kızımın gelmesini sağlayacaktım 😉

Ancak tahmin edersiniz ki bir problem vardı. Kızıma isim koymamıştım!

İsim konusunu ne güzel ertelemişken bu düşünceler beni tekrar strese soktu. Kısa sürede karar vermem gerekiyordu. Neyse ki yeterince tembeldim de işimi kolaylaştırmak için aklıma yine çok parlak bir fikir geldi. Kızımı her gün bir isimle çağıracaktım, o da hangisini beğenirse ona gelecekti. Bir taşla iki kuş vurmuş olacaktım. Hem büyüdüğünde ismini beğenmezse sen seçtin derdim 😉

Böylece kızımı her gün bir isimle çağırmaya başladım. O gün aklıma ne geliyorsa onunla seslenip “Hepimiz seni bekliyoruz bebeğim, gel artık.” gibisinden bir şeyler söylüyordum.

İlk üç gün bir değişiklik olmadı. Tam bu parlak fikrimin işe yaramadığını düşünürken dördüncü gün, sabahın 7’sinde sancılarım başladı. Henüz bebeğimi yeni bir isimle çağırmadığım için, ıskartaya çıkardığım mantığım devreye girdi ve kendimce bu duruma bir anlam yükledim. Bebeğim önceki günkü isme bugün karşılık vermiş olmalıydı! (Allah’ım ne hesaplar ne hesaplar :)) Sonunda kızımın ismi hazırdı. Ayşe! Ancak bu kadar parlak fikre rağmen kalbim hâlâ ikna olmuş değildi. Zaten baştan beri bu isim listemdeydi ve içime sinmiyordu.

Kızım doğdu. Ay gibi parlak, çiçek gibi pespembe, mis gibi bir kız!

Babam bebeğimin kulağına ismini okuyacaktı. Artık karar vermemi söyleyince isteksizce “Ayşe” dedim. Hamileliğim boyunca türlü isimler önermiş olan ablam bu isme hafiften bozuk attı. Büyük teyzeliğin verdiği yetkiye dayanarak bu çiçek gibi bebeğe güllü bir ismin yakışacağını söyledi. Zaten Ayşe ismi tek başına içime sinmemişti, iki isim koymak da hiç istediğim bir şey değildi; ablam da böyle deyince iyice canım sıkıldı.

Bebeğimi eve getirdiğimizde gece boyu onu izledim. Baktıkça ona olan sevgim, aşkım, hayranlığım -artık ne derseniz, çünkü anlatabilecek kelime yok- kalbimden fışkırıyordu. İşte bu duygularla doluyken ona güllerden taç taktığımı hayal ettim. Bu hayalle kalbim birden coştu. O tacı, Ayşe isminin önüne ekleyecektim! Gül Ayşe olacaktı. Hem içimden geldiği gibi aylı çiçekli bir isim olacaktı hem de onun doğumundaki hislerimi tekrar tekrar hatırlatacaktı bana. Ve iki ayrı isim olsa da tek bir isim gibi duruyordu.

Ay gibi parlak, çiçek gibi pespembe, mis gibi Gül Ayşe Karaca. Hoş geldin.

***

Aradan bir hafta geçince gözüm mantar panoma ilişti. 2016 yılında Ahmet’le ben, işlerimizden ayrılmış ve bir ajans kurmaya niyet etmiştik. Bir süre düşündükten sonra ajansın, bizimle alakalı, yalın bir ismi olmasına karar verdik. Ben de bulduğumuz ismi bir kâğıda yazıp mantar panoma tutturdum.

“15.02.2016. Ajansımızın adı GAK oldu. Hayırlı olsun.”

***

1,5 yıl önce, hamile bile değilken, ismimizin baş harflerinden yola çıkıp kızımızın adının baş harflerine varmışız.

İşte benim en sevdiğim hikâyem.