Kötü Zamanların Kötü Özeti

Kardeşim Ayşen, instagram’da bir video paylaşmış. Bungee Jumping mi, artık adı her neyse, bir yarıktan denize doğru iple sallanan bir kadın var. Yaparım, yapamam diye anket sorusu koymuş. Ölürüm yazdım. Sonra da oturdum bu satırları yazmaya başladım. 

Hangi ara “yapamam” bilinci yüklenmeye başladı bana hatırlamıyorum ama bir dönüm noktası var ki hayatımda, beni dehşete düşürmüştü. 

Yıl 2013 sanırım, Bologna’ya Çocuk Kitapları Fuarı’na gittik. Merkezde San Petronio Bazilikası var, tepesinden şehre panoramik bakış atmaya karar verdik. Kiliseye restorasyon yapılıyor o zaman, ortasından geçen demir merdivenlerin bir kısmı tadilat hâlinde olduğu için bana hiç güven vermedi. Ancak o zamana kadar bir şeyden korktuğum için geri durduğum yoktu. Kendime pek yediremezdim. Sürekli bi kendine meydan okuma hâliydi işte. Yapamıyorum diyemezdim. 

Kaç kat çıktığımızı hatırlamıyorum, ancak bir süre sonra her adımla birlikte nefesim daralmaya, bacaklarım tutmamaya başladı. Ne aşağı inebilecek gücüm kalmıştı ne yukarı çıkabilecek. Kesinkes öleceğim dedim. Kalbimin atışından başka bir şey duymuyordum. O zamanki yayın yönetmenim Nefise, koluma girdi zor bela yukarı çıktım. Teras gibi alanın ortasına çöktüm, başımı bile kaldıramadım. Şimdi okurken siz anladınız ama o zaman bana ne olduğu hakkında hiç fikrim yoktu ve bu “zayıflık” beni çok sarstı.  

Sonra bir iki kez daha benzer durumda buldum kendimi. Birinde lunaparkta kule midir nedir ona binmiştim, yine öleceğimi sandım, diğeri de çok basit ama bağda çatı katına çıkan küçük merdivenden çıkamamış, oraya oturup kalmıştım. Hah bi de Ayşen’le Korku Evi mi ne ona gitmiştik, kapının altından geçmem gerekiyordu, orada öleceğimi sanmıştım. O zaman gidişatımdan şüphelenmem gerekiyordu bence.

Çocuktan sonra ise iyice işler sarpa sarmaya başlamış bende ama fark etmemişim. Buna da her şeyi anladıktan sonra uzuun süre hayret ettim. Kendimin farkında olan biri olduğumu düşünürdüm. Bir söz vardır, kendini tanımaya çalışmak aynaya çok yakın bakmak gibidir, net göremezsin. Tam olarak öyle olmuş bende de.

İlk 1 yıl Gül’e Ahmet ile birlikte baktık. Çocukla en güzel geçirdiğim zamandı bence. Sonra Ahmet işe dönünce kızımla birlikteyken ya bana bir şey olursa kaygısı yüklendi zihnime yavaş yavaş. İngiltere’ye gelince de gurbet psikolojisi ile katmerlendi, yani öyle olmuş. Bir de pandemide Makedonya maceramız var biliyorsunuz, sinirlerim iyice zorlandı.

Burada bayağı kötü hissettiğim günler geçirdim. Ortada kötü bir şey yoktu ama ben kötüydüm işte. Ne olduğunu da anlamıyordum. Mesela her gece istisnasız baş dönmesi yaşıyordum, bazen kusturuyordu. Buradaki doktor vertigo olabilir, dedi ilaç verdi ama ilaç gündüz derin uyku yaptığı için kullanamadım, kızım evdeyken uyuyamazdım. Sonra sürekli mide bulantım vardı. Ve bir gün 130 nabızla acile ölüyoruuum diye gittim. Detayları çok hüzünlü oraya giremeyeceğim. 

Bu yaz Türkiye’ye gittiğim gün “tak” diye tüm belirtiler kesildi. Tahliller yaptırdım, hiç olmadığım kadar iyiydim aslında. Benim hâlâ kafam dank etmedi. Bir gün sevgili Rabia Nazik’in Kaygı ile Baş Etme webinarı’na katıldım. Sohbet ilerledikçe yaşadığım başka başka şeylerin de kaygıyla bağlantılı olduğunu gördüm. Ben bu kadar kaygılı biri miyim diye ilk o zaman sorgulamaya başlamış olabilirim. 

Sonrası bu kez adı koyulmuş birkaç panik atak daha; terapiye başlama, ilaç kullanma ve şimdilik asayiş berkemal. 

İşte son 10 yıldaki kötü zamanlarımın kısacık özeti ve sonunda kendimi biraz olsa da tanıyorum: 

O atlayışı yapamam. 

Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra Taksim’de patlama oldu. Sonra ben kâbus gördüm, çarpıntıyla uyandım, ailem için endişelendim falan. Anksiyete hâlâ benimle yaşıyor, bunu anladım. Tam anlamıyla kurtulmak mümkün mü bilmiyorum, ancak onunla geçinmeye çalışacağım.

Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın*

Başlık çok iddialı duruyor biliyorum ama açıklayacağım.

Şu sıralar Coronavirüs nedeniyle kendimizi evlere kapattık ve evin bizi nasıl yuttuğuna şahit oluyoruz. İlk haftalar dışarıda çalışmak zorunda olmayan herkes bunu fırsat bilip evin keyfini çıkarmaya çalıştı. Ancak 1 aydan fazladır evde oturunca bu çıkmazımız aynı zamanda bizim yeni normalimiz olmaya doğru gidiyor. Çünkü insan bir süre sonra alıştığından rahatsız olsa da bunu değiştirmekten korkuyor.

İlk girdiğim bordrolu işimde, çok yoğun bir şekilde çalışıyordum. Bir süre iyiydi ama yıllar geçtikçe yorulmaya başladım. Ayrılmak istiyordum ama bunu gerçekleştirecek gücü kendimde bulamıyordum. Çalıştığım yerdeki sorunlardan şikâyet etsem de sorunlar bildiğim sorunlardı ve aynı zamanda bunlar benim alışkanlığım olmuştu.

Yukarıda yazdığım, alışık olduğumuz yerden/kişiden/çevreden ayrılmamızın psikolojik boyutuyla ilgili Öfke Dansı kitabı çok aydınlatıcı. Basitçe, bazı ilişkilerin neden kangren hâle geldiğini, değişim için sarf ettiğimiz bazı çabaların neden işe yaramadığını anlatıyor. O kitaba başka bir yazıda detaylı değinirim sanırım.

Bugün başka türlü bir değişimden bahsedeceğim: Gerçeklerimiz ile hayallerimiz birbirinden uzaklaştığında, durumumuzu hayallerimize göre yeniden şekillendirebilir miyiz? Böyle yazınca gerçeklikten uzak bir düşünce gibi duruyor ama neden olmasın?

Yoğun mesaili işimden ayrıldıktan sonra evden çalışmaya başladım. Elimde yine çokça iş vardı ama iş yeri stresi yoktu. Hayatımdan memnundum. Ancak evden çalışanlar iyi bilecektir, eğer çok planlı programlı değilseniz, tüm gün çok fazla bölündüğümüz için işleri bitirme süresi uzar. Ve kendinizi sürekli çalışıyor hissiyle bulursunuz. Zihniniz hiç rahat değildir.

İşte böyle başlayan süreç eğer çok sosyal bir varlık değilseniz, bir süre sonra evden çıkamamaya dönüşüyor. Dışarıda geçirdiğiniz her vakit lüks gibi geliyor ve evde durdukça dışarı çıkma alışkanlığınızı kaybediyorsunuz. Evde olmak şikâyet ettiğiniz ama değiştirmeye çalışmadığınız, sadece söylendiğiniz bir durum oluyor.

Kendimizi karantinaya aldığımız şu dönemde, herkes hayatında değişen şeylere duyduğu özlemi anlatırken, ben neredeyse günlük olarak hiçbir şeyin değişmediğini fark ettim. Evet ailece tatil planları, hafta sonu yaptığımız geziler iptal oldu ama evde olma duygusuna alışığım ve neredeyse dışarının özlemini çekmiyorum. Daha önce yaptığım her şeye devam ettiğim için hayat rutinimde devam ediyor. Sevdiklerimle görüşememek dışında…

Bu evde kalma durumu, benim kendimle ilgili uzun zamandır fark ettiğim ve üzerine kafa yorduğum bir şey aslında. Ama yine bunu değiştirecek gücü bir türlü kendimde bulamadım. Rahatsız olduğum bu durum bir şekilde benim konfor alanım aynı zamanda.

Ödüllü tasarımcı Ayşe Birsel’in “Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın.” adında, tasarımların en önemlisi gördüğü, insanın kendi hayatını tasarlamasıyla ilgili yol gösterici bir kitabı var. Katıldığı bir toplantıda, “Hayattaki en stratejik amacınız nedir?” sorusuna, üzerinde çok düşünmediği bir cevap veriyor: “Stratejik amacım sevdiğim yaşamı tasarlamak!” Sonra ekonomik bir durgunluk yaşanıyor, o süreçte “Bir tasarımcı olarak düşüncelerimi nasıl ifade edebilirim?” diyor ve yaşadığı süreci avantaja döndürmek adına, tasarımlarını yaparken kullandığı yöntemle sürece yaklaşmaya karar veriyor. Bunu dört adımda özetliyor: Boz, Bak, Yap, İfade Et. Bu yöntemi bir proje olarak kendi hayatında uyguluyor.

Böyle yazınca kulağa gerçek dışı veya sabun köpüğü bir kişisel gelişim kitabı gibi geliyor olabilir ama aslında bu bir oyun kitabı. Sayfalardaki yönlendirmelerle, hayatınızda farkında olup olmadığınız her şeyi ortaya döküyorsunuz ve tüm bunların içinde nelerin değişmesini, nelerin kalmasını istersiniz ona kafa yoruyorsunuz. Ayrıca farklı bakış açısı geliştirebilmeniz için aktiviteler var. Resim çizmek, şablon hazırlamak, metin yazmak gibi… Zihninizi, hayatınızı kitaba döktükten sonra; bu kez istediğiniz yaşamı kurguluyorsunuz ya da ne istediğinizin farkına varıyorsunuz diyelim.

Kitap birkaç günde okunacak türde değil. Her gün 20 dk kitabın üzerinde çalışmanızı tavsiye ediyor yazar. 256 sayfa olduğunu düşünürsek, yaşamınızı her şeyiyle ortaya koymanız ve üzerinde kafa yormanız için epeyce zaman harcıyorsunuz. Eh, bu da iyi bir şey bence.

Karantina sonrası artık aynı insan olmayacağımızı, bu yüzden de süreci kendimize katkı sağlayarak geçirmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Bunu da çoğunlukla online eğitimler almak, kendimizi geliştirmek, normal zamanda vakitsizlikten yapamadığımız şeylerle uğraşmak olarak düşünüyoruz. Benim günlük rutinimde çok fazla şey değişmediği için yukarıda yazdıklarımın yerine ben, karantina sonrası kendimi olağan karantinamdan çıkarmayı deneyeceğim. Belki sizin de hayatınızda yeniden tasarlamak istediğiniz bir şeyler vardır?


Merak edenlere Ayşe Birsel’in TEDx konuşması:

Burada da katıldığı bir canlı yayın var: