Bu konunun bin türlü yazılmışı var. Ama o kadar gerçek ki insan yazmadan duramıyor.
Nereden duyduğumu hatırlamadığım bir söz var. O kadar çok kullandım ki orijinalse bile benim için klişe oldu. Yazı kusarak değil yutarak yazılır. Yani işte her aklınıza geleni dökmezsiniz, süzgeçten geçirerek en yalın hâliyle ortaya koyarsınız. Ama aynı zamanda şöyle bir şey var. İçinizden fışkırarak çıkan yazı güzel oluyor. Bir derdiniz olduğunda, bir şeyi artık düşünmeyi bırakıp anlatmak istediğinizde, anlatmazsam çatlayacağım dediğinizde, velhasıl yazı parmaklarınızdan döküldüğünde anlatması da okuması da keyifli oluyor. Bunu editörlük tecrübemle söylüyorum, yoksa yazı yazma işinde henüz amatörüm.
Gül Ayşe, Kinder Sürpriz’den çıkmış neredeyse her rengini biriktirdiği ama parçaları kaybolmuş uyduruk arabaların tekerlerini bulmuş onlardan kule yapıyor. Görülmek istiyor, beni dürtüyor. Görüyorum yavrucuğum.
Aklımda bir fikir dolanıyor bir süredir. Yazmak birikiyor içimde. Dışarı çıktığımda, bir nesneyi gördüğümde, bir müzik duyduğumda, bir cümle okuduğumda düşünceler daima aynı yerde dolanıyor. Bu o kadar güzel bir şey ki… Bir şey çevreliyor sizi demek ki yakında bir şey fışkıracak. Tohumlar atılıyor. Siz bir şey yapmıyorsunuz aslında, beyniniz sünger gibi çekiyor bir şeyleri sonra kalbinizde büyütüyorsunuz.
Gül’ün tableti açık. Sesine alıştım ama üzülüyorum. Hava yağmurlu, dışarı çıkmak zor. Çok sıkılıyor çocuk, kendince oyunlar üretiyor ama arka planda sese ihtiyaç duyuyor. Christmas diye okullar tatil burada. 3 haftadır evde. Evet bir sürü çözüm bulunabilir ama her gün bulunmuyor. Belki de bulunur, ben mi çabalamıyorum? Evet enerjim biraz düşük genel olarak. Niye tabureye vuruyorsun? Evet görüyorum canım, üst üste dizmişsin yine. Düştü mü olur öyle. Yeniden yapabilirsin. Evet yeniden yaptın. Tamam, alkışlıyorum.
Yağmur kesildi galiba güneş açtı. Boynum tutulmuş, çeviremedim başımı, cornflakes güzelmiş canım teşekkür ederim. Bir tane yeter sağol. Hadi güneş açmışken dışarı çıkalım.
Yaklaşık 1,5 saat dışarıdaydık. Eh fena değil. Bir şeyler yiyoruz, ortalık sakinken biraz daha yazabilirim. Gül’ün keyfi yerindeyken biraz daha yazabilirim. İkinci cümleyi tercih ederken birinciyi silmemişim. Olur öyle.
Buranın kış kasvetini sevmeye başladım. Uğultulu rüzgârlar, yağmurun verdiği keskin grilik, soğuktan kızarmış eller, tamam canım, o ellerle kapının anahtarını çevirmekte zorlanma, tedirginlikle sokağa bi göz atma… Bu bana varlığımı bütünüyle hissettiren, beni anda tutan ve düşüncelerimi dinleyebildiğim yeni bir deneyim yaşatıyor. Tamam, baban gelince söyleriz. İnsan tedirgin veya meraklıyken tam oradadır çünkü, zihni başka bir şeye kapalıdır. İşte bu ortamda içimde bir şeyler birikiyor, fışkırmaya hazırlanıyor, bakayım, atma onu, silebilirsin, kış kasveti bitmeden onları yazıya dökmem lazım. Sonra bahar geliyor, gevşiyor gönül yayları.
Ancak bu blog yazısının üstteki paragrafının son üç cümlesini 1 hafta sonra yazabildim. Evet canım. Yazıyı ne kusabildim ne yutabildim. Bir nevi boğazımda kaldı.
Bu durumda seneye kıştan ümitliyim, tamam az bir şey getireceğim…
Ya da ondan sonraki kış mı desek?