Elif Şafak, Siyah Süt kitabında kendi içinde yaşayan altı farklı kadın karakterin birbirleriyle çelişkilerini, kendisini ele geçirişlerini, sancılarını vs anlatır. O kitabı yeni anne olduğu zaman yazmıştı ve şu an adını hatırlayamadığım bir karakteri vardı. Karakter kendisini sürekli beceriksiz, başarısız hissediyordu. O zamanlar ben Elif Şafak’ı çok okurdum, o da annelik üzerine çok düşünür, yazardı. 2007 yılında henüz sosyal medya çok etkin olmadığı için annelik mevzusu bu kadar çığrından çıkmamıştı. 22 yaşında üniversitede okuyan laylaylom bir insan olarak Elif Şafak’ın annelik buhranlarını, hesaplaşmalarını okumak çok enteresan gelmişti bana. Tabii işin biraz da cool tarafı vardı. Dünyaca ünlü edebiyatçı kadınların birçoğu “kötü” bir anneydi, Elif Şafak iyi bir anne olabilecek miydi, onun kaygıları, edebiyatçılığının ön planda olması gibi derin mevzular. Elif Şafak da kendisini “kötü” bir anne olarak görüyordu. Bu tersine bakış ilginçti.
Sonra sosyal medya ile annelik üzerine yeni birçok tanım, uzman, bakış açısı, çılgınlıklar, hassasiyetler girdi hayatımıza. Ben de çocuk kitapları editörüyüm. Kitaplarımız pedagojik olsun diye panik atak geçireceğim. Öyle bir hassaslık. Sonra bir an geldi. Pedagojiyi sahiden biliyor muyum diye düşündüm. Çünkü pedagojik açıdan bakmak biraz da kendi yaralarınla bakmak oluyor kitaplara. Tabii ki geribildirimler seni yönlendiriyor ama işte o geribildirimleri gönderenler de yaralı kalpler. E biraz da çılgınlar, hassaslar çünkü işte sosyal medya delirtti hepimizi.
Bu pedagoji işini hakkıyla öğreneyim diye düşündüm. Çünkü o zamanlar bir de yeğenim var, Allah’ım çocuğum olursa bu kadar sevmem mümkün mü diyen aşık bir halayım – ki bence mümkün değil, ayrı kulvarlar 🙂 – Ama ona da kendi yaralarımla hassasiyet gösteriyorum, bunun farkındayım. Gerçek olan nedir? Peşine düştüm.
Hatice vasıtasıyla Mehmet Teber’in pedagoji okumaları grubuna dahil oldum. Çocuğu anlamaya yönelik uzmanların kitaplarını okuyoruz, yine çocukları anlamak için filmler izliyoruz, grup çalışmaları yapıyoruz. Sanıyorum katılanlardan ben hariç herkes anneydi. Öğrendiklerini kendi çocuklarıyla paylaşıp birtakım fayda üretiyorlardı ama ben sadece zihnime işliyordum. Nasıl ağır bir yük hâline geldi bir süre sonra. Fazla bilginin zararını gördüm. Ve Teber’in “Sizi endişeye sevk eden kitap çok iyi olsa bile sizin için iyi değil demektir, doğru kitap size iyi hissettirendir.” gibi bir sözüyle bana iyi gelmeyen bu okumaları bıraktım. Ama iş işten geçmişti, anne olmadan önce yeterince pedagojiye maruz kalmıştım. Hatta şey dediğimi hatırlıyorum: “Hayattan çok erken bezmişim gibi hissediyorum.”

Sadece kitaplar da değil. Sosyal medyadaki türlü anne hesaplarını takip ediyordum, e biraz da işim gereği. Takip ettiğim anne hesaplarının farklı odak noktaları vardı hep. Sağlık, emzirme, kitap, kimya, yemek, şefkat, aktivite, spor, dijital, doğa, eğlence vb. Ben bir güzel onların hepsini de zihnime işledim. Artık patlamaya hazır bomba gibisin Gökçen, aferin sana.
Siyah Süt kitabında Elif Şafak’ın hazırladığı bir tablo vardı. Her akşam o günkü çizelgeye yaptıklarını işliyor ve başarılı olup olmadığına karar veriyordu. (Çok zaman oldu okuyalı detaylar farklı olabilir) Ders çalışma sistemi gibi bebeğine bakıyordu. Bir kontrol listesi vardı yani. O yaşta bunun bebekle çok mesafeli bir ilişki olduğunu düşünmüştüm. Sezgi denen şeyin eksikliğini hissetmişim ve bunu yadırgamışım anlaşılan.
Sonra kızım doğdu. O tüüüüm her şeyi, bilgiyi uygulayamayacağımı anladım. Öyle olsam Marvel karakteri olurdum 🙂 Ancak bunca okumalardan sonra benim de zihnimde bir kontrol listesi olduğunu görüyorum. Bazılarında tik var ve tabii ki çoğunda yok. Sezgim var, sezgilerim güçlüdür ama o işaretlenmemiş tikler var ya onlar, onlar işte bana iyi gelmiyor.
Tek bir ebeveynlik kitabı olsun isterdim, tek bir cümlesi olsun içinde, sezgilerinize güvenin yazsın.
Sezgilerimiz bize mi ait peki?
Kapat zihnini Gökçen, kapat kapat.