Kitapların Evdeki Varlığı

Kitaplarım benim vazgeçilmezlerim değildir. Birine ödünç verirken ödüm kopmaz, tekrar tekrar okumayacağım veya çok bayılmadığım kitapların sırf satın aldığım için evde yer işgal etmesini istemem. Kütüphanemi sevdiğim kitaplarla, bende hatırası olanlarla ve başvurabileceğim kaynaklarla donatmayı istiyorum. Bu yüzden ara ara kitaplığımı elden geçiriyor, çok da gerekli görmediklerimi dağıtıyorum. Hem yeni kitaplara yer açılmasını seviyorum hem de kitaplığımdaki kitaplara bakıp haz duymayı. Sürekli yeni kitap almaya devam ediyorsanız elbette bu aynı zamanda bitmeyen bir süreç. Ama öbür türlü hepsini elimin altında tutmaya harcadığım çaba bana büyük bir yük gibi geliyor, aynı zamanda da anlamsız.

Ailemle yaşarken babamın kitaplığı, bizim (ablam ve ben, sonra kardeşim ve ben) odamızın kapalı balkonundaydı. Çocukluğumdan beri evdekilerle her tartışmamda; üzüldüğümde, kızdığımda kendimi oraya atardım. Kitaplarla olmayı sevdiğim için değil, orası kısmen izole bir yer olduğu içindi. Sonra zaman içerisinde babamın türlü türlü kitaplarını okumaya başladım. Hiçbiri yaşıma uygun değildi ama bunun farkında değildim açıkçası. Tek kriterim ilgimi çekip çekmemesiydi.

Birkaç ay önce annemle konuşurken işte kitap dolu bir evde büyüdüğümüz için kitapları sevdiğimizi söylüyordum ki annem “Öyle olsa hepiniz severdiniz.” dedi. Eh, çocukların dörtte üçü ilgili ama kalan dörtte birinin hakikaten alakası yok. Tam anneme hak verecektim ki çok da düşünmeden, “Çünkü kitaplık bizim odamızın balkonundaydı, iç içeydik.” dedim. Annem üstelemedi ben de verdiğim cevabı sonra düşünmek üzere rafa kaldırdım.

Gelelim şimdiye… Mesleğimden dolayı da olsa gerek evimde hep güzel bir kütüphanem olsun istedim. Şimdiye kadar oturduğumuz her evde Ahmet’le kendimize bir çalışma odası ayırdık ve kitaplarımızı oraya koyduk. Öte yandan zamanında Borgen* diye çok şahane bir dizi izlemiştim. Orada kitaplar günlük hayatın bir parçasıydı ve bu tam da benim istediğim bir şeydi aslında. Sonra her odayı türlerine göre kitapla donatmayı düşündüm. Yemek ve yemek kültürü kitapları mutfağa, romanlar oturma odasına, başvuru kitapları salona gibi… Şimdi baktım da çok saçma bir hayalmiş 😀 Her neyse sadede geliyorum. Kitap azaltmama rağmen kitaplığa yine sığamayınca bir tane daha alsak da şuraya mı buraya mı koysak, diye sesli düşünürken Ahmet, yenilikçi yaklaşımıyla “Salonu kitaplıkla dolduralım sonra da bu konuyu kapatalım.” dedi. Ben de bu fikrin üstüne atladım tabii hemen. Sonuç olarak artık sevdiğim kitapların çoğu salonda ve ben onları çalışma odasına kapattığımda ne kadar yazık etmişim onu fark ettim. Gül Ayşe gün içinde binlerce kez onları dökse de artık hepsi elimizden geçiyor; çayımı içerken Didem Madak’tan birkaç kalp yarası şiir okuyabiliyor, keyfim varsa sevdiğim çizgi romanlara yeniden göz gezdirebiliyor, okuduğum kitaptan sevdiğim yerleri Ahmet’le paylaşabiliyor, okuyamadım diye hayıflanıp durduklarıma hemen şimdi başlayabiliyorum. Elbette sadece beni değil, evin diğer fertlerini de etkiliyor bu ortam. Gül Ayşe de bizi taklit etmeye başladı. Onu yetiştirirken kılavuz olsun diye okuduğum kitapları özenle seçip okuyor numarası yapıyor 🙂

Yukarıda saydıklarımı önceden de yapabilirdim ama kitaplar günümüzü en çok geçirdiğimiz yerde, gözümüzün önünde olunca – hele karantinadayken – hepimiz için hayatın doğal akışına dahil oldu.

Ve anneme verdiğim cevaba gelirsek… Farkında olmadan doğru bir karşılık vermişim! Kitapların evde olması tek başına yeterli olmayabilir, kitapları çocukların gözlerinin önüne koymak lazım. Sadece onlara ait kitapları onların odasına koymak da yeterli değil. En çok vaktimizi geçirdiğimiz odanın baş köşesine neyi koyduğumuz neyi daha fazla önemsediğimizi de gösteriyor. Tv ise o, vitrin ise o, resim ise o…


Borgen: Kadın bir siyasetçinin ev ve iş yaşamı arasında geçen zorlu sürecinin anlatıldığı Danimarka dizisi.