Solucan Deliğinden Kemalettin Tuğcu Çıkarmak

Interstellar diye çok güzel bir film var. İzlemeyenler için kısaca anlatmaya çalışacağım. Nitekim anlatması zor. Bilim kurgu diyebileceğimiz ama aslında Albert Einstein ve Nathan Rosen’ın Genel Görelilik kuramına dair bir tahminden yola çıkarak hazırlanan felsefi bir tarafı olan klasik bilim kurgulardan farklı bir film. Teori şudur ki uzay/zaman içerisinde kısayol diyebileceğimiz köprüler vardır. Böylece uzay/zamanda iki nokta birbirine bağlanabilir, mesafe ve zamanı kısaltarak geçişler yapılabilir. Bu geçişlere de solucan deliği denir. (Kendilerinin verdiği isim tabii) Teoriye dair minicik bir özet bu elbette. Özetlerken hata yapmış da olabilirim. Ama film kısaca bunun üzerine kurulmuş.

Bir gün iş çıkışı arkadaşımla Taksim’deki sahaf festivaline gittik. Ben normalde eski basım veya ikinci el kitap seven biri değilim. Hatta eski kitaplara dokunurken huylanırım. O yüzden üstünkörü neler varmış diye bakınırken birleştirilmiş eski basım bir dergi gözüme ilişti. İsmi Çocuk Haftası‘ydı. Dergi hakkında bir fikrim yoktu ama o ara bir dergi projesi gündemdeydi ve ben de belki fikir verir düşüncesiyle dergiyi aldım.

Dergiyi eve getirince babamın gözleri doldu. Meğerse o, çocukken bu dergiyi takip edermiş. Hatta bu dergide Kemalettin Tuğcu’nun tefrika olarak yazdığı hikâyeleri çok severmiş. O zamana kadar Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarını hiç okumamıştım. Ancak dramatik içeriğinden haberdardım. Babamın zamanında bu hikâyelerin karşılığı varmış ki yaklaşık 50 sene sonra hâlâ özlem duyuyordu. Çocukluğunu hatırlatıyor olsa gerek.

Yıllar birbirini kovaladı ve o zaman aklıma gelmeyen bir şey oldu. Kemalettin Tuğcu kitaplarına çalışmaya başladım! Tuğcu’nun kitaplarında oluşturduğu dünyayı saklı tutarken aynı zamanda günümüz değer yargılarını gözetmek, çalıştığım diğer kitaplara nazaran daha çok emek istiyor. Mâlum o zamanın toplumuyla şimdiki arasında dağlar kadar fark var. Bu beni yorsa da garip hisler içindeyim. Tuğcu’nun kitaplarından ne zaman babama bahsetsem onda buruk bir gülümseme beliriyor. Çalışmaya başladığımdan beri, Interstellar filmindeki gibi babamın çocukluğu ile benim aramda bir köprü açılmış ve ben çalışmamla onun çocukluğunu etkiliyorum gibi hissediyorum. Sanki o, o satırları okurken eş zamanlı ben burada edisyon yapıyorum. Çok çok garip bir his.

Bu yazıyı yazmaya niyetlendiğimde yazının ortasında şöyle bir şey oldu. Çocuk Haftası dergisini alıp karıştırmaya başladım. Karşıma Kemalettin Tuğcu’dan bir tefrika çıktı. İncili Terlik. Şu sıra çalıştığım kitap! 8 yıl önce aldığım, 57 yıl önce yazılmış, babamın okuduğu tefrika, bilgisayarda parmaklarımın ucunda!

Hem belki de içindeki benim edisyonumdur :^^


Solucan deliği teorisi ile ilgili bir link:

https://evrimagaci.org/solucan-deligi-nedir-einsteinrosen-koprusu-gercek-mi-3048

Kemalettin Tuğcu’nun dünyasını anlamak için onun anma gününe dair söyleşi:

https://www.fatiherdogan.com/kemalettin-tugcu-icindeki-cocuk-icin-yazan-adam/

Başlangıç…

Blog açmama denk gelen hafta, işlerimin yoğunluğundan, sosyal medyaya 1 hafta girmemeye karar verdim. Zamanımı o mecralarda fazlaca harcadığım için bunu yapmanın zor olacağını düşünüyordum. Aksine hem kolay oldu hem de çok iyi geldi! Evet, bir boşluk oluştu ve ben de o boşluğu daha işe yarar bir şeyle doldurdum. Yazmakla… Bunca zamandır düzenli blog yazıları yazmak istiyordum. Meğerse zihnimi bir şey çıkarmadan yeni bir şey ekleyemeyecek kadar doldurmuşum. Bu aslında daha önce anlattığım Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlamak kitabındaki yöntemlerden biri.

Üniversiteden mezun olduğum sene, bir tur şirketiyle İtalya’ya gitmiştik. Turda tek başına takılan, şu anda hatırlayamadığım büyük bir şirketin üst düzey yöneticisi vardı. Yürüyüş esnasında hevesli bir yeni mezun olarak, bana iş hayatıyla ilgili bir tavsiyede bulunmasını rica ettim. O da hayatımı değiştiren tavsiyeyi verdi: “Gençlerde sebat eksikliği görüyorum. Her şey bir an önce olsun istiyorlar ama iş hayatında sebat çok önemlidir. Başarılı olmak istiyorsan sebat etmelisin.” Sabır dememişti, katlanmak dememişti. Sebat etmek demişti. Yani başladığın işi sonuna kadar götürmek ve kararından vazgeçmemek.

Bu blogda yayıncılık ve editörlükle ilgili de yazılar arşivlemek istiyorum. Bu yazı da o kategoriye bir “başlangıç” olsun. Ve başlangıcı kitap serüveninin en başından yapalım. Dosya başvurusundan…

Bir süredir Storytel’den Nilay Örnek’in Nasıl Olunur? podcast serisini dinliyorum. Birbirinden farklı meslek gruplarından insanları dinlemek çok keyifli. Geçenlerde bir bölümde ise konuk; editör, yayıncı ve daha birçok uğraşı olan Tanıl Bora’ydı. Yayın dünyasındaki bu efsane isim büyük bir mütevazılıkla çok güzel noktalara değindi. Ancak söylediklerinden benim en çok ilgimi çeken kısım şu oldu. Tanıl Bora, aktif olarak sürdürdüğü editörlük mesleğinde hâlen, çalıştığı yayınevine gelen dosya başvurularını okur, değerlendirir ve oradan yeni yazarlar keşfetmeye çalışırmış. Hâlen!

Ben bu meslekte pişerken, bize ilk söyledikleri şeylerden biri dosya başvurularını düzenli olarak okumamız gerektiğiydi. Ancak bu aynı zamanda külfetli bir iştir. Yoğunluğunun arasında onlara zaman ayırmakta zorlanırsın, beğendiklerinden bazıları yayınevi çizgisine uymaz, keçiboynuzu misali işe yarar azıcık bir dosya kalır elinde. Bu nedenle bu iş çoğu zaman angarya gelir ve yapmak istemezsin. Sen daha “önemli” işlerle uğraşmalısındır, bunlara da daha az işi olan birileri bakabilir!

Hâlbuki yeni dosya başvuruları yayıncılığın temel taşıdır, umududur, heyecanıdır. Oradaki kıymeti görebilmek de maharet ve tecrübe işidir. Nitekim mesaisinin büyük bir kısmını e-posta yüküyle geçirdiğini söyleyen Tanıl Bey, vaktini boşa harcamamak için azami gayret sarf ettiği hâlde, dosya başvurularını es geçmiyor ve onlara zaman ayırıyormuş. Bir yayıncı için dosya başvurusunun önemi bundan daha iyi anlatılamaz herhâlde.

Yeni mezun olduğumda kulağıma küpe ettiğim tavsiye bu kez Tanıl Bora’dan geliyor. “Nasıl olunur?” sorusuna şöyle cevap veriyor: Sebat kelimesini de sebatın kendisini de çok severim. Hayatta insana en çok kazandıran sebattır. Gerçekten neyi seveceğini, neye yatkın olduğunu, neyi yaparak kendini gerçekleştirmiş hissedeceğini ve onu anlamlı bulacağını olabildiğince erken keşfedip ona emek yatırımı yapmak, vakit ayırmak, sevmek, ciddiye almak demektir. Bu uğraşın kendisi zaten başlı başına zevklidir ve insana iyi gelir. “Olmak”tan daha önemlisi, “yapmak”tır.

Bu tavsiyeyi o zamanki yolumun başında duyduğum için mutluyum. Ancak yollar bitmez. O zaman benden de herhangi bir yolun başındakilere gelsin. Sebat edelim, gerisi gelir!