Bu aralar kendimi Survivor’da hissediyorum. Şu an – yazıyı yazarken- varışa yaklaşık 36 saat var. Kendimi Luton Havalimanı’na girmiş, pasaporttan geçmiş, valizlerimi toparlamış ve çıkışta Ahmet’i görmüş hayal ediyorum. Gül Ayşe’yi ona uzatıp artık bayılabilirim diyeceğim.
İngiltere pandemi döneminde trafik lambası adını verdiği bir sistem uyguluyor. Türkiye 17 Mayıs’tan beri kırmızı renkte yani, gelme kardeşim gelirsen 2250 pound verip otel karantinasında kalırsın 11 gün diyor. Ben haziran ayı başında Türkiye’ye gelirken durum böyleydi zaten (fiyatı 1750 pound’du sadece). Yaz boyunca Türkiye’de kalmayı ve dönüşü de Ahmet’le yapmayı planladığımız için hiç düşünmeden Türkiye’ye gittim. Gidiş o gidiş. Sonrasında ne Ahmet gelebildi ne biz dönebildik.
Pandemi döneminde türlü türlü tuhaflıklar yaşadık, yaşıyoruz hepimiz. Kayıplarımız oldu. (Canım dedem acısı henüz çok taze). Ama kırk yıl düşünsem Makedonya’da kızımla birlikte 12 gün geçireceğim aklıma gelmezdi. Durumu survivor yapan da biraz bu zaten. Benim açımdan 3,5 aydır tek ebeveynlik yapmak kadar onun için babasından uzakta olmak, sürekli yolda olmak yeterince yıpratıcıyken bir de bize her şeyiyle yabancı bir şehirde, mekanda vakit doldurmaya çalışıyoruz.
24 saat kaldı.
Makedonya, İngiltere’nin sarı listesinde yer alan ülkelerden biri. O yüzden burayı tercih ettik. 12 gün burada kaldıktan sonra İngiltere’ye geçince otel karantinasına girmenize gerek olmuyor. Ancak 3 haftada bir ülkelerin durumuyla ilgili liste açıklıyor İngiltere. Bu arada sürekli aşıdır, pcrdır, antijendir kuralları değişiyor, obsesif bir şekilde bunları da takip ediyoruz. Mesela şu an iki aşıdan birini Türkiye’de olduğum için, İngiltere’ye girmek için yalnızca Day 2 testi alsam yeter mi, Day 8 de almalı mıyım onu çözmeye çalışıyorum. Çünkü kendi sitelerinde bununla ilgili çelişkiler mevcut. Ama bu tercih aynı zamanda İngiltere’ye gittiğimde ev karantinasında kalıp kalmayacağımı da belirleyecek. Çünkü sarı listedeki bir ülkeden gidiyorsanız, İngiltere’nin tanıdığı iki aşınız varsa tek pcr testi yapıp ev karantinasına girmiyorsunuz, eğer yoksa iki test yapıyorsunuz ve 10 gün ev karantinasında olmanız gerekiyor. Benim Türkiye’deki aşımı EU tanıyor, EU’nun tanıdığı aşıyı UK tanıyor ama aşısını tanıdığı ülkeler içinde TR yok. Hadi bakalım.
20 saat kaldı.
Bir yandan valiz hazırlıyorum bir yandan da yazıyı yazıyorum. Niyetim yazıyı Üsküp’teyken bitirmek çünkü Londra’ya gidince bu ruh hâlinden çıkacağım ve anlatmakta zorlanacağım, biliyorum. Belki okuyanlara anlamsız ve yorucu geliyor ama şu anki ruh hâlim böyle 🤒
Gül ile otelde kalmanın çok çok zor olacağını bildiğim için -sürekli dışarıda yemek yemek, bir odaya tıkılı kalmak veya sürekli dışarıda gezmeye çalışmak- gözümü karartıp bir apart daire kiraladım booking’den. Otelde bile insan kendini çok güvende hissetmiyorken Kiril alfabesinden dolayı adını bile söyleyemediğim bir sokakta güvenli midir değil midir emin olamadığım bir evde kalmak beni – özellikle geceleri- ayrıca strese soktu. Çok şükür ki zihnimdeki olumsuz senaryolar kuruntu olarak kaldı, aksine yaşadığım sokağı sevdim ve gece 11’de bile evimize çoğu zaman yürüyerek döndük Gül ile. O sokağı hep güzelliklerle hatırlayacağım.
Üsküp, Türk çarşısı denilen Osmanlı’dan kalma eski çarşısı ile meşhur ve şehre gelen Türkler genelde orada otellerde kalıyorlar. Biz daha çok Arnavutların yaşadığı taraftayız. (Şehrin yüzde 80’i Makedon Türk’ü yüzde 20’si Arnavut’muş.) Açıkçası seçtiğimiz bölgeden memnunum. Zannediyorum öğrenci evlerinin çoğunlukta olduğu bir yer; cafeler çok ve akşam sokaklar gençlerle dolu oluyor. Bisiklet kullanımı fazla ve özellikle kadınları günün her saati bisikletle gezerken görüyorsunuz. Gençlerin rahat ama taşkınlık yapmadığı, arabaların her daim yayalara yol verdiği, parka ve merkeze yakın, sokakların ve binaların çoğunlukla eski olduğu ama yaşayan bir yer.
Daha önce hiç bu kadar doğaçlama günler yaşadığım bir zaman dilimi olmamıştı sanırım. Bunun da tadını çıkarmaya çalıştım. Çok tatlı arkadaşlarım oldu ve genel olarak bir şeyleri kontrol etmeye çalışmak yerine “evet” “tamam” demeyi tercih ettim. Her arkadaşıma tamam dediğim için birtakım karışıklıklar oldu ama bir nevi kendimi akışa bıraktım diyebiliriz : )
Gül de başlarda yeni bir yer keşfetme heyecanıyla her şeye oldukça istekliydi ama geldiğimiz son durumda iki adım atacak dahi motivasyonu kalmadı. Az önce “Anne, babamı neden bırakıp buraya geldik?” diye sordu mesela. Şu an geçirdiğimiz tüm tatili sorguluyor : )
Ben de bu kırmızı liste durumuyla ilgili Türkiye’de yeterince vakit geçirdiğim için ve bir daha ne zaman gelirim belli olmadığı için “her şeye değer” diye düşünüyordum ama gerçekten bu süreç, prosedürler, belirsizlikler, çocukla yalnız olma kaygısı (bu en önemlisi tabii) beni çok yordu. Yeni bir ülke ve şehir görmek güzeldir tabii ki ama şu an bunun farkında değilim. Geriye dönüp baktığımda böyle bir deneyimi hoşlukla hatırlayacağım büyük ihtimalle ama özellikle çocukla deli işiymiş, hakkımı vermem lazım : )
Artık bitiriyorum. Birtakım kazıklanmalar, yemeklerin damak tadımıza çok uygun olmaması, Makedon dinarını bir türlü kavrayamam gibi teknik zorluklara değinmeden, gezi yazısı olmadığı için önerilere yer vermeden burada bitiriyorum. İnşallah bu yazıyı Londra’da yayınlayacağım. Son olarak değinmeden olmaz. Bu stresli ve yorucu geziyi hem benim hem Gül için güzelleştiren Zeynep ve Ebubekir çifti, mahalle arkadaşı olduğumuz Zeynep ve Derya, Gül’ün arkadaşı Defne ve annesi İzlem iyi ki tanıştık. İyi ki vardınız ❤️
Ve Ahmet, seni çok özledik.
Son 18 saat.
Londra’da görüşmek dileğiyle 🌸

Ekleme: Bu yazıyı yayınladıktan 1 saat sonra Türkiye kırmızı listeden çıktı. Bu tecrübeye ihtiyacım varmış demek ki 🤷🏻♀️
Canım bende sizlerle tanıştığım için çok mutluyum😊sizin gibi güzel insanlarla tanışmaya da vesile oldu Üsküp…siz de iyi ki vardınız…
Tekrar görüşmek üzere inşaAllah
Sevgiler
Derya